Bir yanı kırgın, bir yanı daha da güçlenmiş gidiyordu
trende. Öylesine ağlıyordu ki, trendekileri umursamadan, İngiliz kadınlar
başına toplanmış, onu teselli etmeye çalışıyorlardı. Elinde valizler ağlayarak
trenle uçağa gidiyordu genç kız. Kim bilir ne öyküler olabilirdi altında.
Hayatın yavaş ve sakin aktığı bir ülkede belki önemli bir aksiyondu trende bir
genç kızın ağlaması. Onu sakinleştirene kadar yanından ayrılmadılar. Hayat,
bazen en yakınındakine ruhen çok uzak tutarken insanı, bir İngiliz treninde hiç
tanımadığın insanlara minnet duymanı sağlayıverir işte.
Sonunda hava alanına varmıştı. Uçağı ertesi günün öğleninde
olsa da, yaşadığı bu tatsız durumdan sonra o evde bir gece daha kalması imkansızdı.
O yüzden bu gece hava alanında sabahlayacaktı. İlk yurt dışı deneyiminden sonra,
ilk hava alanında sabahlama deneyimini de yaşamış olacaktı böylece. Onunla
birlikte hava alanında sabahlayacak olan diğer insanlarla tanıştı otururken.
Herkesin ne kadar eşsiz hayatları vardı ve tüm bu bambaşka hayatların kesiştiği
noktadan ne hikayeler çıkardı aslında. Bir genç kız vardı, Amsterdam’a, lale
fotoğraflamaya giden. Her yıl bunu yaptığını ve çiçek fotoğrafları çkmek için bir
çok ülkeyi gezdiğini anlattı. Gece boyunca çektiği fotoğrafları gösterdi.
Hayatında en çok özendiği insanlardan biri olacaktı o kız sonra. Çiçeğin
güzelliğinin peşinde harika yolculuklar, eşsiz fotoğraflar ve bambaşka
deneyimler… Hayat böylesine kolay olmalıydı aslında. Avrupa Birliği denen şey, insanları ne kadar özgürleştirmişti burada. Bütün ülkeler sadece arka bahçeniz
kadar yakın oluvermişti bir anda. Yaşlı bir Alman amcayla da tanışmıştı hava
alanında. Avrupa’nın yalnızlaşmış yaşlılarından. Çocuklarının ilgilenmediğinden
yakınıyordu. Ertesi günün öğleninde uçağa
binene kadar sohbet etti bir daha hiç görmeyeceği o yaşlı amcayla. Uçakta bagaja
çok para ödeyemeyeceği için bazı eşyalarını hava alanında, bazılarını da
kaldığı evde bırakmak zorunda kalmıştı. Uykusuz geçen hava alanı sabahlaması
bitmiş, çoktan uçağa binmişti. Uçakta İstanbul göründüğü anda ağlamaya başladı
yine. Bugüne kadar memleketinden İstanbul’a gelirken ne zaman uçaktan aşağıya
baksa “offf yine geldik şu karmaşık şehre” der, ruhu kararırdı. Bu kez
sevinçten ağlıyordu. Yanında oturan İngiliz yoga hocası ise sohbet ederken bir anda şehri görüp ağlamaya başlayan bu kızın yaptığına bir anlam verememişti. O da açıklama gereği
duymamıştı. Uçak indiğinde hayatında ilk kez, uzun süre yurt dışında kalanların neden toprağı öpme ihtiyacı duyduklarını çok iyi anlayacaktı. Onu hava alanında
karşılayan sevgilisine uçarak koştu ve hasretle sımsıkı sarıldı.
Şimdi bambaşka bir macera başlıyordu işte. İngiltere’ye gitmeden
evini kapatmıştı ve bir an önce ev bulması gerekiyordu. Aynı zamanda hayatını
idare ettirecek bir iş de tabi ki. İnternetten bulduğu bir eve, ev arkadaşı
olarak gitmeye karar verdi. Kısa bir süre sonra evlenmeyi planladığı için
yeniden bir ev tutup döşemek istemiyordu. İki üniversite öğrencisinin kaldığı
bir ev buldu ve eşyalarını taşıdı. Ancak evde kokudan durmak mümkün
değildi. Mutfakta, herhalde 1 aydır orada öylece duran, yeşillenmiş bulaşıklar
vardı. Karanlık ve kokan bu eve sadece eşyalarını bırakmış, eşyalarını almaya
gelene kadar 1 hafta uğramamış ve kaçar gibi evden ayrılmıştı.
İnternetten yeni bir ev buldu. Bu ev bodrum katta, son
derece titiz bir kızın yaşadığı, salon camları sokak kaldırımına bakan bir
evdi. İngiltere’de son ay parasını alamadığı için, imkanları kısıtlıydı ve
parası ancak böyle bir eve yetmişti. Neyse ki birkaç ay sonra bir iş bulabildi.
Birkaç iş görüşmesinden sonra, sonunda en aklına yatan işe başladı. Tatsız
biten İngiltere deneyimi, en azından mülakatlarda insan kaynakları müdürünü etkilemede
bir işine yaramıştı.
Not: Kariyer hikayesinin bütününü görmek için ilk yazıdan sona doğru okuyabilirsiniz.
Not: Kariyer hikayesinin bütününü görmek için ilk yazıdan sona doğru okuyabilirsiniz.