Geleceğin Gazetecisi! Mi acaba?


İşte bu hayatta anlatmayı en çok sevdiği öyküydü genç kızın. Belki hayatının en gurur duyduğu, en çok içinde ukde kalan ve hatıraları hep en taze olan. İçindeki keşfetme isteğine en uygun iş için hazır olduğunu düşünüyordu. Gerekirse kapılarında yatacak ve kendisini o en çok arzuladığı işe kabul ettirecekti. Keşfetmeyi seven biri en çok hangi işi isterse tabi. Artık çoktan kararını vermişti. Gazeteci olacaktı. Örnek aldığı isimler gibi dünyayı gezecek, savaş muhabirliği yapacak, hayatı dibine kadar tanıyacaktı. Saatini gecenin 3’üne kurup, o zamanlar sadece 2 tane olan seyahat programlarını izlemesi de bu yüzdendi. Değer verilmemesi, programların gecenin bir köründe yayınlanıyor olması onun için hiç önemli değildi. Çünkü içindeki seyahat etme, kitap okuma, farklı kültürleri tanıma isteğini bastırması mümkün olmuyordu. İşte bu yüzden 15 yaşına gelip, lise hazırlığa adımını attığında kendisini bölgenin en büyük yerel gazetesinin kapısında buldu. Gazeteyi sürekli takip ediyordu ve kendisinin de şansını denememesi için hiçbir neden yoktu, 15 yaşında bir lise öğrencisi olmasını saymazsak tabi ki. 

Genel yayın yönetmeni sempatik bir adamdı ve gazetecilik hevesini heyecanla anlattığında gerçekten ilgilenmiş göründü.  Ona okulundaki gençlerle mini röportajlar yapıp, bunu bir makaleye dönüştürerek kendisine getirmesini istedi. Genç kız heyecan içindeydi, en azından olumsuz karşılanmamış ve bir ödev verilmişti. Tabi ki çok kısa süre içinde bu ödevi hevesle yapıp genel yayın yönetmenine bir dosya halinde sundu. Aradan birkaç hafta geçti ancak dosyayı kimse incelememişti. Baskı yapmak istemiyordu ama sonucu da merakla bekliyordu. Hayal ettiği heyecanı yaratamadığını düşündü ve farklı bir yol izlemeye karar verdi. Fotoğraf çekmeyi çok seviyordu ve özellikle manzara ve doğa fotoğrafları çok ilgisini çekerdi. Elinde küçücük,  hiçbir ayar yapılmayan, zoom’u bile olmayan mavi bir Konica’sı vardı. Fotoğrafları çekip altında fotoğrafa uygun şiirler yazıp gazeteye götürdü. Gazetenin genel yayın yönetmenine elindeki şiir ve fotoğraflardan oluşan dosyayı götürdü ve EVET! Genel yayın yönetmeni dosyayı görür görmez “hadi bilgisayara geç de yazmaya başla bakalım” dedi. Böyle bir an olabilir miydi? Başlıyor muydu, neye başlıyordu, bu bir şaka mıydı? Daha önceki dosyası ne olmuştu, okunmuş muydu, beğenilmemiş miydi? Sonradan öğrendiğine göre hayır okunmamıştı, belki sonra gazetede yayınlandığında bile hala okunmamıştı. Bilgisayarın karşısına geçti ve o zamanki Macintosh bilgisayara gazete için ilk şiirini yazmaya başladı. Bir süre sonra ilk şiiri ve fotoğrafı yayınlandı ama altında imzası bile olmadan. Zaten uzun bir zaman da imzası olmayacaktı. Gündüz okul, akşam koşarak gazeteye yetiştirilecek yazılar, gece ise gazete için yazılacak şiirler ve yazıların hazırlanması. Uyku uyumaya vakti yoktu. Ama halinden o kadar memnundu ki, bundan asla şikayet etmezdi. Şiir ve fotoğraflarla başlayan macera, köşe yazılarıyla devam ediyordu. Ama asıl yapmak istediği röportajlardı ve o gün geldi. İstanbul’a gitti ve Güney Amerika’yı ve Afrika’yı bisikletle gezen ilk kadın gezgin ile röportajını yaptı. Örnek aldığı insanlardan biriyle, hem de onun evinde. Fotoğraflarına bakıp, anılarını dinleyerek. İlk röportajı tam sayfa yayınlandı, tıpkı ondan sonraki onlarca röportajı gibi. Artık temposu müthişti. Bir yandan okul, bir yandan gazete ve her akşam olan tiyatro dersleri.  Günde sadece 2-3 saat uyuyordu ve uyumanın zaman kaybı olduğunu düşünmeye başlamıştı. Çünkü daha çok okuması, araştırması, çok sevdiği felsefeye vakit ayırması, gazete için köşe yazılarını yazması, ders çalışması ve tiyatro için diksiyon pratiği yapması gerekiyordu. Bir gün gazeteden biri ona büyük bir sürprizi olduğunu söyledi. Geceleri saat kurup izlediği ve en sevdiği iki seyahat programını yapan iki gazeteci birden şehre geliyordu ve onlarla röportaj yapacaktı. Düşüp bayılması an meselesiydi. Özenle gece gündüz sorularını hazırladı. Röportaj zamanı gelip çattı ve o en sevdiği iki gazeteciyle bir gazeteci olarak tanışma şansını yakaladı. Ne müthiş bir andı. Gazeteciler bu yaşta yaptığı işten dolayı ona son derece umut verici sözler söylediler ve zaten sonrasında birisi hayatını şekillendirmesinde önemli rol oynayacaktı. 

Röportajlarını büyük bir heyecanla yaptı ve bu röportajlar ona İstanbul’da başka ünlü isimlerle yapılacak röportajların da önünü açacaktı. Hayat bir şeyi çok istediğinde gerçekleşebileceği dersini sunmuştu ona bu kez. Gönülden ve çok istemek yeterdi hayalleri gerçekleştirmeye. Tabi gazetecilik sadece hayalden ibaret değildi ve bir gün gazeteden yetkili biri eğer iyi bir gazeteci olmak istiyorsa 3. sayfa haberleri için polis muhabirliği de yapması gerektiğini söyledi. Genç kız kendini Devlet Hastanesi’nin morgunda buldu bir anda. Elektrik direğinde elektrik çarpmış ölü birinin fotoğrafını çekerken. Bu işten ürkmesi gerekirken, o daha fazlasını kafasına koymuştu bile. O günlerde hayranlıkla okuduğu Dr. Albert Schweitzer  (1952 Nobel Barış Ödülü sahibi Alman humaniter doktor, filozof, müzisyen, teolog, hayvan sever ve anti-nükleer aktivist) sayesinde doktorluğa merak salmıştı. Dolayısıyla insan anatomisini merak ediyordu. Yan tarafta yeni başlayacak ve haberini de yapması gereken bir otopsi vardı. Görevli doktora, doktor olmak istediğini söyleyerek, otopsiye girmek için çok ısrar etti.  Birçok tıp öğrencisinin duramadığı odada otopsinin sonuna kadar durdu ve gerçekten insan vücudunun tüm organlarını yakından görme ve inceleme fırsatı buldu, beyin dahil. Doktorların insan vücudunu keserken yaptıkları muhabbet ve gösterdikleri soğukkanlılık, birçok kişi için tüyler ürpertici olsa da bu durumdan çıkarılacak pek çok ders vardı. O odadan çıkarken bilinçsizce aldığı birçok karar oldu.  O odadaki parfüm kokusunu duyduğu yerden hayat boyu koşarak kaçmak gibi…
Sonra maalesef o üzücü günler, 17 Ağustos depremi… Annesinden izin alamadığı için oraya gidemedi genç kız. Ama aklı hep orada kaldı, hep o koşup yardım edemediği insanlarda. Sadece bir deprem araştırma serisi hazırlayıp yayınlayabildi, bir de acısını anlatan bir köşe yazısı.

Gazetecilik, sanki damarlarında dolaşıyordu ama bir yandan ciddi bir şekilde hazırlanması gereken üniversite sınavı da onu bekliyordu. Ayrıca gazetede kendisinden 40 yaş büyük evli bir yazarın, evini gece vakti arayıp şiir okuması da hem kendisini, hem de annesini çok rahatsız etmişti. Henüz 15 yaşında, kısacık saçlara sahip bakımsız bir kız için fazla iddialı bir durumdu. Çevresindeki birkaç büyüğünden de duyduğu medya dünyasındaki bu tür olaylar içini bir anda soğutmuştu. Çok sevdiği işinden hem bu çirkin durumlar, hem şehir değişikliği, hem de üniversite sınavı hazırlığı nedeniyle ayrıldı. Sonrasında Türkiye’nin en büyük gazetelerinin birinden teklif almasına rağmen bir gazeteci büyüğünün de tavsiyesiyle içi acıyarak bu işi kabul edemedi. Gazetecilik macerası böyle bitemezdi. Bitmemeliydi. Hiçbir ücret almadan, hatta cebinden harcayarak yaptığı halde, bu kadar bağlı olduğu işinin hayatı boyunca en seveceği ve en çok hayat tecrübesi kazanacağı iş olduğunu nereden bilebilirdi?

Not: Kariyer hikayesinin bütününü görmek için ilk yazıdan sona doğru okuyabilirsiniz.