Gerçek hayata hoş geldin…

Artık okuldaki zamanındaki tecrübeleri bir köşede kalmıştı. İşte şimdi tam zamanlı, gerçek iş hayatı iyisiyle kötüsüyle onu bekliyordu. Önünde çalışmakla geçecek kim bilir kaç yıl vardı? Kaç bin tecrübe, kan, ter ve gözyaşıyla yazılacak kaç zafer vardı? Kaç hayal kırıklığı, kaç mutluluk, kaç hüsran… 

Bunca zamandır çalışmış, bir şeyler deneyimlemişti. Kendine göre biraz tecrübe edinmişti. Ancak şimdi iki gerçekle daha yakından yüzleşecekti. Birincisi, hayal ettiği okulda okuyamadığı ve bu yüzden iyi kurumlarda staj yapamadığı gerçeğiydi. Bu gerçek kelebek etkisiyle bugünü oluşturmuş ve şimdi de kurumsal bir firmada çalışmasının önünü kapatmıştı. İyi okullarda okuyup, stajlarını büyük şirketlerde yapan kişiler öncelikliydi. Onun sürekli çalışmış olması hiçbir görüşmede kimseye bir şey ifade etmedi. İçindeki çalışma azmi de tabi ki.

Maalesef, bu ülkede her şey etiketti. Çoğu kez aile, okul ve para ile kazanılan etiket. Kelebek etkisiyle kişiyi hep daha yukarıya taşıyan, üst düzey yapan, kaliteli gösteren etiketler. İkincisi ise, bir an önce kirasını ödemek için bir iş bulması gerekliliğiydi. İyi bir iş için bekleyecek vakti yoktu. Bulduğu ilk, makul işe girmeliydi. Öyle de yaptı. 

Bir rezidans projesinin satış ve pazarlamasını içeren bir iş buldu. Bu iş onun için hiç tatmin edici olmasa da dışarıdan oldukça havalı görünen bir işti. Ülkenin önde gelen otellerinden birinde tek başına çalışacağı, deri kaplı masası olan bir ofisi vardı. Kendisinden önce aynı işte ünlü birinin eşi ve İngiliz bir kadın çalışıyordu. Müdürünün şık görünmesi için kendisine aldığı siyah bir takım ile belediye otobüsüne binerek işe geliyor, ülkenin en önde gelen isimlerine, şarkıcılara, holding sahiplerine, futbolculara rezidans projesini tanıtıyordu. Asgari ücretten biraz yüksek bir maaşla çalışıp, gümüş tepside beyaz eldivenle servis yapan bir garsonun elinden çay içiyordu. Öyle ki, bir gün muhasebeci arayıp, aylık çay faturasının maaşından yüksek olduğunu söylediğinde çok şaşırmıştı. Günlerden bir gün, müdürü bilgisayarında bir maile bakmasını istediğinde tesadüfen ilginç gerçekle karşılaştı. Hemen alttaki bir mailde kendi adı geçiyordu. Gözü o maile takıldı. Patronları müdürüne, ekibin de prim alması, kendi priminden ekibe de vermesi gerektiğini yazmıştı. Ancak çok önce yazılmış bu yazıya rağmen müdürleri böyle bir şey yapmamıştı. Ancak gözlerinin önünde birkaç aylık primiyle kendisine en pahalı semtlerden bir ev almıştı. Satılan evler, milyon dolarlık evlerdi ve her birinin ciddi bir prim getirisi vardı. Çok düşük ücretle, bazen 20 gün tatilsiz çalıştığı bu işte çok büyük bir haksızlık vardı. Kendi sattığı evlerden düşük bir komisyon talep ettiyse de alamadı. Bunca çalışmasına rağmen, para hiçbir zaman onun yanında olmamıştı. Hep yakınında duran ama sahip olamadığı bir şeydi onun için. Ya bu kurtlar sofrasında yeterince sesini çıkaramıyordu ya da şans bir türlü yüzüne gülmüyordu. Bu haksızlık ve adaletsizlik ona ağır geldi, zaten projenin de çoğu satılmıştı, başka bir iş bularak oradan ayrıldı.

Not: Kariyer hikayesinin bütününü görmek için ilk yazıdan sona doğru okuyabilirsiniz.