İbrahim Paşa Sarayı avlusu |
İstanbul, Sultanahmet’te sessiz sedasız restore edilip, 2014’ün
son günlerinde yeniden açılan Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ni açılışının
üzerinden bir hafta geçmeden tesadüfen ziyaret etme imkanı buldum. Bu müze ilk
olarak 1913 yılında tamamlanmış, Süleymaniye Camii külliyesi içinde yer alan
imaret binasında “Evkaf-ı İslâmiye Müzesi" (İslâm Vakıfları Müzesi) adı
ile ziyarete açılmış. Cumhuriyet'in ilanından sonra ise "Türk ve İslâm
Eserleri Müzesi" adını almış. 1983'te ise Sultan Ahmet Meydanı'nın
batısında yer alan İbrahim Paşa Sarayı (16. yüzyıl) binasına taşınmış. 2012’den
bu yana tadilatta olan müze yeniden faaliyete geçmiş.
Tarihi Hipodromun dehlizleri |
Müzeye girdikten hemen sonra Sultanahmet’teki eski hipodromun
dehlizlerini görebiliyorsunuz. İnsan bu dehlizlerin nereye kadar uzandığını
merak ediyor. Hipodromun tarihçesi, mimarisi gibi detayları da burada okuyabiliyorsunuz.
Girişte, daha önce müzenin yerinde var olan Düğümcü Baba Tekkesi ve şu an müze
olarak kullanılan İbrahim Paşa Sarayı hakkında bilgiye de sahip
olabiliyorsunuz. Sonra dik merdivenlerden bir üst kata çıkarak İbrahim Paşa
Sarayı’nın geniş avlusuna çıkıyorsunuz. Bu saray, sultan sarayları dışında
günümüze gelebilen tek özel saray olması ile de ünlü. Bu güzel avluya biraz
hayranlıkla baktıktan sonra sağ taraftaki merdivenlerden çıkarak, geçmişten
günümüze İslam eserlerini görebiliyorsunuz.
Eserler Dört Halife Dönemi ve Emeviler’den başlayarak,
Osmanlı’ya kadar uzanıyor. Her bir odada farklı bir medeniyetin eserleriyle
karşılaşıyorsunuz. Okul hayatı boyunca tarih ve din derslerinde gördüğümüz ve
sadece tarihlerini ezberlemeye çalıştığımız tüm bu toplumlar karşımıza üç
boyutlu birer hazine olarak çıkıveriyor. Her dönemin ve her medeniyetin kendine
has el yazması kuranları, seramik ve ahşap eserler, buhurdanlar, günlük hayatta
kullanılan eşyalar gibi pek çok farklı objeyi burada görebiliyorsunuz.
Müzede eserleri yer alan İslam toplulukları ve medeniyetler
şunlar; Dört Halife Dönemi ve Emeviler, Abbasiler, Artuklular, Eyyübiler,
Selçuklular, Memluklar, İlhanlılar, Timurlular, Safeviler, Kaçarlar, Beylikler
ve Osmanlı Dönemi. Her bir odada tüm bu dönemleri kısaca açıklayan bilgilendirici
yazılar mevcut. Ayrıca Kutsal Emanetler, Kabe Örtüsü ve Sakal-ı Şerifler de bu
müzede yer alıyor. (Yanlış hatırlamıyorsam buradaki Kutsal Emanetlerin birçoğu daha
önce Topkapı Sarayı Müzesi’ndeydi.)
Her biri ayrı bir el emeği, göz nuru, renklerindeki
ışıltısını bile kaybetmeden, bazıları 9 yüzyıl dayanarak günümüze zaman
yolculuğu yapan Kuran’ı Kerim’ler, Selçuklular’ın turkuazın gerçekten Türk
rengi olduğunu hatırlatan seramik eserleri, Osmanlı’nın devasa ve muhteşem
desenlerdeki halıları beni büyüledi. Padişah fermanları da, beni adeta sokaklarda
ferman okunan dönemlerdeymişim gibi hissettirdi.
Selçuklu Dönemi Objeleri |
Kuran’ı Kerim’in ilk nüshaları kabul edilen Şam Evrakları
ise gerçekliğine inanılamayacak kadar eski. Karşınızda 8. yüzyıldan kalma Kuran’ı
Kerim yaprakları duruyor, kim bilir kimler dokundu, nerelerde nasıl seyahatler
yaptı bu kağıtlar ve işte bunca zamanı aşıp bir müzede hayatlarına devam
ediyorlar. Sırf bu heyecanı yaşamak için bile gelinir bu müzeye. Açıkçası
müzeyi gezdikçe keşke müzayedelerde satılan eserler de zengin bir
koleksiyonerin evinde dekor olmak yerine burada herkesin görebileceği şekilde
yer alsa demekten kendimi alamadım. Maalesef, 2 yıllık tadilattan sonra açılan
müzede, olması gerekenden çok daha az eser var.
Şam Evrakları |
Özellikle tarih ve din derslerinde bu dönemleri okuyan öğrencilerin,
kitaplardan ezber yapmak yerine bu müzeye gelmesi eminim dersten daha çok zevk
almalarını sağlayacaktır. Müzeyi ziyaret etme fırsatı olmayanlar için birçok
eserin açıklamaları ile birlikte fotoğraflarını çektim. Aşağıdaki linkten bu
fotoğraflara ulaşabilirsiniz.