İstanbul’da en beğendiğim 10 kahvaltı mekanı

1.       Emirgan Sütiş

Emirgan’ın huzurlu havasında, dev çınar ağaçlarının altında, Sütiş’te dostlarla uzun uzadıya bir kahvaltıya kim hayır diyebilir? Kimse hayır diyemediği için Emirgan’da hafta sonları Sütiş trafiği diye bir trafik oluşmuştur zaten.

İslam Tarihine Keyifli bir Yolculuk, Türk ve İslam Eserleri Müzesi

İbrahim Paşa Sarayı avlusu
İstanbul, Sultanahmet’te sessiz sedasız restore edilip, 2014’ün son günlerinde yeniden açılan Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ni açılışının üzerinden bir hafta geçmeden tesadüfen ziyaret etme imkanı buldum. Bu müze ilk olarak 1913 yılında tamamlanmış, Süleymaniye Camii külliyesi içinde yer alan imaret binasında “Evkaf-ı İslâmiye Müzesi" (İslâm Vakıfları Müzesi) adı ile ziyarete açılmış. Cumhuriyet'in ilanından sonra ise "Türk ve İslâm Eserleri Müzesi" adını almış. 1983'te ise Sultan Ahmet Meydanı'nın batısında yer alan İbrahim Paşa Sarayı (16. yüzyıl) binasına taşınmış. 2012’den bu yana tadilatta olan müze yeniden faaliyete geçmiş.

2. İstanbul Tasarım Bienali: ‘Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil’

Bienalin duyurularını Filmekimi’nde görmüştüm ve dikkatimi çekmişti. Son günlerine yetişebilsem de gittiğime kesinlikle fazlasıyla değen bir bienal gezdim. Bienalin ana teması ‘Gelecek artık eskisi gibi değil!’ Size tasarımın her alanında geleceğin nasıl şekillenebileceğini, iyileştirme önerilerini sunuyor. Ben İstanbul Modern’in yanındaki 7. Antrepo’daki ve Özel Galata Rum İlkokulu’ndaki sergileri gezdim. Kadıköy’e gitme fırsatım olmadı.

Köprüden önce son çıkış

Okuldan sonraki iş hayatı onu bambaşka gerçeklerle yüzleştirmişti. Kısa bir süre içinde, özellikle son işinde psikolojik olarak yıprandığını hissediyordu. Uzun zamandır yurtdışına gidip İngilizce pratiği de yapmak istiyordu. Bu işten çıkması onun için çok iyi bir fırsattı. Şimdi uzun soluklu kariyer hayatına iyice konsantre olmadan son bir çıkış şansı vardı.

Yeni bir iş, yeni bir deneyim


Okuldan sonraki ilk işi ona biraz yol haritası olmuştu aslında. Neyi isteyip, neyi istemediğini görmesini sağlamıştı. Satıştan çok pazarlama işlerini sevmişti mesela. Bütün gün aynı ofiste, yoğunluk olmadan durmayı sevmemişti. İstediği kadar iş öğrenemediğini düşünmüş, kariyeri ile ilgili hemen endişelenmeye başlamıştı. Hayal gücünü ve kreatif yönünü daha çok kullanabileceği bir işe ihtiyacı vardı. Şirketlerdeki finansal bölümler ona göre olmadığından ve satış işinden de çok hoşlanmadığından elindeki en güzel seçenek pazarlama alanında çalışmaktı. Hem trendleri belirleyen de pazarlama ekipleri değil miydi? Her türlü ürünü doğuran, yaşatan ve öldüren, hayatımızın her alanındaki ürünlerin gidişatına yön veren pazarlamacılar...

Geziyorum, öyleyse varım!

Yay burcu etkisinden olsa gerek; gezmek, yeni şehirler, doğal varlıklar, insanlar, tatlar, kokular, sesler keşfetmek hayatımın en önemli amacı. Bu dünyada birbirinden farklı 200’e yakın ülke ve binlerce şehir varken, hep aynı şehirde ve ülkede olmak size de zor gelmiyor mu? 

Biri yemek mi dedi?


Güzel yemek, hayatımın en önemli kazanımlarından biri. Hala hapla beslenme icat olmamışken, şefler almış yürümüşken, gurmeler her kanalda o yemek senin bu yemek benim tadıyorken, neden güzel yemek peşinde koşmayalım ki? Lezzetin peşinden düşünmeden Çin’e giden tiplerdenim yani. (Henüz Çin’e gidememiş olsam da! J) Hele o tüm Türkiye'yi ve dünyayı en iyi yemekleri tatmak için gezenler yok mu, her halde daha çok özendiğim bir şey olamaz şu hayatta.

Emirgan'da bir çılgın; Miro

Şahane Şapkalı Kadın ve Yıldız, 1978
"Kadın diye adlandırdığım, kadın denen yaratık değil, o bir evren." Joan Miro
Oldum olası sergi ve müze gezmeye bayılırım. Ama Miro sergisine aşık oldum. Bir sanatçının renklerle, fırçayla, nesnelerle yaşadığı aşka şahit oldum resmen. Miro, sürrealizm akımın öncülerinden İspanyol bir sanatçı. 1 Şubat’a kadar Emirgan’daki Sabancı Müzesi’nde ‘Kadınlar, Kuşlar ve Yıldızlar’ adlı sergisi yer alıyor. 

“İşte Benim Zeki Müren” sergisi ayağınıza geldi...


Çocukluğumdan beri hayranı olduğum, her gün şarkılarını söylediğim, vefatında çok yakınım ölmüş gibi üzüldüğüm insan, Zeki Müren. Beyoğlu, Yapı Kredi Sergi Salonu’nda duyurusunu görür görmez girdim içeri. Serginin her katında ayrı anılar, yaşanmışlıklar. Her adım geçmişe bir yolculuk. 

Gerçek hayata hoş geldin…

Artık okuldaki zamanındaki tecrübeleri bir köşede kalmıştı. İşte şimdi tam zamanlı, gerçek iş hayatı iyisiyle kötüsüyle onu bekliyordu. Önünde çalışmakla geçecek kim bilir kaç yıl vardı? Kaç bin tecrübe, kan, ter ve gözyaşıyla yazılacak kaç zafer vardı? Kaç hayal kırıklığı, kaç mutluluk, kaç hüsran… 

Mezuniyetten önce son çıkış


Okul devam ediyordu. Bir yandan kendisine okuldan sonra bir yol haritası çizmeye çalışırken, bir yandan içindeki gazetecilik tutkusu küllenmiyordu. Ancak geçmiş deneyimlerinden ve tavsiyelerden sonra gazetecilikten umudunu kestiği için, diplomat olma hevesiyle Uluslararası İlişkiler okumaya karar vermişti. Diplomatlık, tam ona göre bir meslek olabilirdi. 3-5 yılda bir farklı bir ülkede yaşayarak, tüm dünyayı keşfeden bir dünya vatandaşı olmak. 

İşleyen demir ışıldarmış.

   

Zor bir yazın ardından okula geri dönmüştü. Ancak hiç bir şey çalışma azmini elinden alamazdı. Okurken de çalışmak ve hayatı öğrenmek istiyordu. O istediği sürece hayatın ona vereceği birçok ders, birçok tecrübe olacaktı. İyi ya da kötü, sonunda hep öğreneceği, hep onu olgunlaştıracak tecrübeler. Hepsine açıktı. 

İç Huzur Yolculuğu - 2


Meditasyonla ilgilenmeye başladığımda hep meditasyonla yoganın farkını merak etmiştim. Hatta daha önce bir yoga merkezinde birkaç ay yoga yaptığım ve spor salonlarında yoga dersleri olduğu için yogayı meditasyonun spor yapılanı gibi düşünüyordum. Ancak öyle olmadığını temel meditasyon seminerlerinde öğrendim. Meditasyonun kökü medicine kelimesinden geliyor, şifa, kür anlamını taşıyormuş. Yoga ise meditasyon ile kendini tekrar düzgün bir ruh haline getirdikten sonra tanrıyla bağlantıya geçmek anlamını taşıyormuş. Yoga, yuj yani link, connection, bağlantı anlamına gelen bir kelime. Yani yoga yapmadan önce kendini meditasyonla biraz düzeltmen, ruhunu saf hale getirmen gerekiyor ki yogaya hazır olasın.

İç Huzur Yolculuğu -1


Bir boşluk mu içimde kalan, kendini arayış mı? Bu kariyerden, paradan, işten güçten vazgeçmeme neden olan? Her şeyi bırakıp içe dönüş yaşamak isteyişim… Kendimi kitaplara, içsel yolculuğa, yazmaya verişim. Bu kendimi bulma çabasının sebebi ne? Ben hep böyle değil miydim aslında? Hep hayatın özünü arayış içindeydim. Ama bu kez içimdeki ses, “eğer yaptığından mutlu değilsen bir kez daha dur, düşün ve geç olmadan mutlu olacağın yolu seç” mi dedi bana acaba? O zaman neden hala gelecekle ilgili doğru yolu bulamıyorum. Belki de o yola girdim ve henüz farkında değilim. Yol da hayatın kendisi değil mi zaten?

Çok aslında azdır...


Artık üniversite vakti gelip çatmıştı. İstediği okulu kazanamamış ve çok üzülmüştü. Hayatında bir takım sıkıntılar yaşamış ve tüm bunlar başarısını etkilemişti. Hayatın ördüğü ağlara kim karışabilir? Gittiği okulla ilgili kaderin ona büyük bir sürprizi olacaktı.

Geleceğin Gazetecisi! Mi acaba?


İşte bu hayatta anlatmayı en çok sevdiği öyküydü genç kızın. Belki hayatının en gurur duyduğu, en çok içinde ukde kalan ve hatıraları hep en taze olan. İçindeki keşfetme isteğine en uygun iş için hazır olduğunu düşünüyordu. Gerekirse kapılarında yatacak ve kendisini o en çok arzuladığı işe kabul ettirecekti. Keşfetmeyi seven biri en çok hangi işi isterse tabi. Artık çoktan kararını vermişti. Gazeteci olacaktı. Örnek aldığı isimler gibi dünyayı gezecek, savaş muhabirliği yapacak, hayatı dibine kadar tanıyacaktı. Saatini gecenin 3’üne kurup, o zamanlar sadece 2 tane olan seyahat programlarını izlemesi de bu yüzdendi. Değer verilmemesi, programların gecenin bir köründe yayınlanıyor olması onun için hiç önemli değildi. Çünkü içindeki seyahat etme, kitap okuma, farklı kültürleri tanıma isteğini bastırması mümkün olmuyordu. İşte bu yüzden 15 yaşına gelip, lise hazırlığa adımını attığında kendisini bölgenin en büyük yerel gazetesinin kapısında buldu. Gazeteyi sürekli takip ediyordu ve kendisinin de şansını denememesi için hiçbir neden yoktu, 15 yaşında bir lise öğrencisi olmasını saymazsak tabi ki. 

Anason tarlasında ilk iş deneyimi


Sabah 5’te kalktı küçük kız. Hiç uykusu yoktu. Kaçta yatarsa yatsın sabah kalktığında hep güne hazırdı. Bir kez bile esnemezdi uyandıktan sonra. Onun için uyumak hayatı keşfetmekten geri kalmaktı. Ne çok şey vardı keşfedilecek yine bugün. Bir köylü kadının erkenden kalkıp, sabahın içe işleyen soğuğu arasında, traktörün devasa bir canavarı andıran hırıltılı tekerinin üzerinde tarlaya gitmesine tanık olacaktı. Sadece tanık olmayacak o anı, o kadın ve diğerleri gibi kendi de deneyimleyecekti. 

Bir yerlerden başlamak lazım..

İşsiz kalmak...
Uzun zamandır yaşamadığım, sanki fersah fersah uzaktaymış gibi düşündüğüm, bulutların ardından gelen gökkuşağıydı benim için. Uzaktan rengarenk görünmesine rağmen, yağmurun bereketinden uzaklaştığı için korkutan… Bir daha ne zaman yağmur yağacak diye düşündürürken, renklerine ellerimle dokunmak istediğim. Ve sonunda oldu. Bu benim için sadece bir ara vermek değil.Kendime zaman ayırabilmek, biriken onca kitabımı okuyabilmek, şehrin dehlizlerini ve güzelliklerini keşfedebilmek, iç sesimi dinleyip yolumu sorgulayabilmek ve çalışırken hayali kurulan bir çok şeyi gerçekleştirebilmek. Kasvetli, yağmurlu bir Pazartesi günü Türk Kahvesi eşliğinde blog yazabilmek ve telaşsızca dergi karıştırabilmek mesela. Şu an yaptığım gibi...
Huzurlu muyum? Evet.